Hatay 1 Şubesi

VEDA HUTBESİ; İNSAN HAKLARI BİLDİRGESİ

VEDA HUTBESİ; İNSAN HAKLARI BİLDİRGESİ;

              Eğitimciler Birliği Sendikası Hatay 1 Nolu Şubesi eğitim seminerleri devam ediyor. İçinde bulunduğumuz haftanın  “İnsan Hakları Haftası” olması nedeniyle bu hafta “Veda Hutbesi” konusu işlendi. Şube başkanı İsmail BAYRAKDAR; “Seminerler ile üyelerimizi, tarih, kültür, değerlerimiz, mevzuat, okul yönetimi, etik ilkeler vb. konularda bilgi dağarcıklarını güncelleyecekleri, donanımlı bireyler haline gelmeleri konusunda sendika olarak gayret ettiklerini” vurguladı. Her hafta yapılan sunumlara üyelerin ilgi gösterdiğini belirten sayın BAYRAKDAR, sunumu yapan TOBB Hatay Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü ve Şube Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Hanifi TUNCER’e teşekkür etti.

              Sunumu gerçekleştiren Mehmet Hanifi TUNCER; “ İnsanlık için en önemli insan hakları bildirgesi ve belgesinin Peygamberimizin (s.a.v) “Veda Hutbesi” olduğunu, bugünkü BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin temelinde Veda Hutbesinin görüleceği aşikardır” dedi. Sunumuda devam eden  Sayın TUNCER:”

              İSLAM DÜNYASINDA,

              Veda Hutbesi, Hicret’in 10. yılında Hz. Peygamberin hac farizasını ifâ için Mekke’ye gelip, Vedâ Haccı esnasında irâd ettiği hutbelere verilen bir isimdir. Şu kadar var ki, Vedâ Hutbesi yalnız Arafat’ta irâd edilen hutbe olmayıp, Arafat’ta Arefe günü (Hutbeler: 9-10-11 Zilhicce, 8-9-10 Mart; vefatı 82 gün sonra..) ile yine Mina’da bayramın 2. günü irâd edilen hutbelerin bütünüdür. Bunlardan meşhur olan, Arafat’ta irâd edilen hutbedir. Bu hutbe temel bir kanun olarak insanın hak ve vazifelerini özetlemektedir. Hz. Peygamber bu hutbeyi irâd ettikten üç ay (83 veya 93 gün)sonra vefat ettiğine göre, bu O’nun hakîkî vasiyetidir.

              BATI’ da ise,

1. İnsanlar 1215 yılında İngiltere’de Kral John’a karşı haklarını savunmak amacıyla bazı istekler ortaya koydular. Ortaya konan bu kararlı tavır karşısında kral bir antlaşma metnini kabul etmek zorunda kaldı. Hazırlanan Özgürlükler Belgesi kabul edildi. İnsan hakları konusunda sözden öteye geçilmiş oldu. Artık insan hakları metne dökülmüş insanların kısıtlanamayacak bazı hakları güvence altına alınmış oluyordu.

2. konularda eşit haklara sahip oldukları fikri 1776 yılında Amerika’da yayımlanan Bağımsızlık Bildirisi ile de pekişmeye başlamış oldu.

3. İnsan hakları ile ilgili bir başka çalışma Fransız İhtilali zamanında yapılmış ve 1789 yılında İnsan Hakları Bildirisi yayımlanmıştır. Sözde var olması tam uygulanmasını sağlamamıştır. Yapılan eksik uygulamalar insanın insana yaptığı eziyetler insan kişiliğini zedeler olmuştur.

4. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Aralık 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirisini kabul etmiştir. 10 Aralık ile başlayan hafta Birleşmiş Milletlere üye ülkelerde İnsan Hakları Haftası olarak kutlanır. İnsan Hakları Beyannamesi 30 maddeden oluşmuştur.

                Veda Hutbesi ile ilgili Rivayetlerin çokluğu yanında çeşitliliği sebebiyle elimizde “mütevatir”, dolayısıyla da “bütünüyle değişmemiş sağlamlıkta” diyebileceğimiz bir metin yoktur. Bunun sonucu olarak da metnin bu haliyle Efendimiz âleyhissalatvesselama “olduğu gibi”/lâfzen isnat edilmesi mümkün değildir. Rivayet edenlerden her biri kendi duyduğuna göre duymuş, kendi anlayışıyla anlamış ve haliyle de kendi üslubuyla ifade ve rivayet etmiştir. Anlam Efendimiz (s)’e ait olmakla birlikte anlatımın en azından bir bölümü üslup olarak ona ait değildir.

            

              Dünya tarihinde insan hakları ile alâkalı ilk metin, Veda Hutbesi'dir. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), vefatından kısa bir süre önce, Milâdî 632 yılında, Mekke'de yüz bin kadar insana Veda Hutbesi olarak bilinen tarihî bir konuşma yapmıştır.

              Avrupa'da ilân edilen ilk insan hakları metni ise Haçlı savaşarı sonrası 1215 tarihli Magna Charta Libertatum (Büyük Hürriyet Akit nâmesi)'dır. Veda Hutbesi ile Magna Carta arasında 583 yıl bulunmaktadır. Avrupa tarihinde ilk insan hakları metni 1215 tarihli Magna Carta ile sıradan insanlara cüz'î bazı haklar tanınmıştır. Aradan asırlar geçtikten sonra 1776 tarihli Virginia Haklar Bildirgesi'nde yer alan insan hakları ilân edilmiştir. Amerikan bağımsızlık mücadelesinin de tesiri ile 1789 Fransız İhtilâli gerçekleşmiş ve Fransa'da İnsan ve Vatandaşlık Hakları Bildirisi ilân edilmiştir.

              Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannâmesi ise, 1948 tarihlidir ve Veda Hutbesi'nden tam 1316 yıl sonra kabul edilmiştir.

                           Veda Hutbesi'nde; insan, aile, toplum ve bütün insanlığı içine alacak şekilde hak ve özgürlükler ifade edilmektedir. Bu haklardan

  1. Yaşama hakkı,
  2. Mülkiyet hakkı ve
  3. Ailenin korunması hakkı Veda Hutbesi'nde açık bir şekilde ifade edilmektedir:

              "İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mukaddes bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur."

                           Cahiliye devrinde en fazla mağduriyete uğrayanlar, kadın ve çocuklardı. O dönemde kadın, hiçbir değeri olmayan bir meta veya eğlence aracı idi. Müşrikler, kadını bazen bir utanç sebebi, bazen de bir eğlence aracı olarak görür ve kabullenirlerdi. Veda Hutbesi'nde, kadının sahip olduğu hak ve hürriyetler, kadınların ve erkeklerin vazifeleri en güzel şekilde düzenlenmiştir:

              "İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan sakınmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların aile yuvasını sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları te'dib edebilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru bir şekilde, her türlü yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılamanızdır."
                        

            Hz. Peygamber’in bu hutbesi, yalnız Müslümanlara okunmuş sıradan bir hutbe olmayıp, bütün insanları kapsayan tarihî bir hutbe ve bir insan hakları evrensel beyannâmesidir.

Hutbede 7-8 yerde geçen ve paragraf başlarını oluşturan “Ey nâs: Ey insanlar!” kelimesi bu hutbenin veya bu beyannamenin evrensellik yönünü, yani bütün insanlara şâmil olma özelliğini ortaya koyar. İslâm'a göre din, dil, ırk, renk, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bütün insanlar eşittir. Din, dil, ırk, renk ve cinsiyet sebebiyle üstünlük iddiasında bulunmak, İslâmiyet'e tamamen aykırıdır:

              "Ey insanlar! Rabb'iniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arap'ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır."

              İkinci Dünya Savaşı'na kadar, Batı ülkelerinde insan haklarının kabulü, her devletin kendi sınırları içerisinde kalmıştır. Devletler insan haklarını kendi iç meseleleri olarak görmüş ve insan haklarını vatandaşlarına verdikleri bir lütuf değerlendirmişlerdir.

              İkinci Dünya Savaşı'nda milyonlarca insanın ölmesi, insan haklarının dünya çapında bir mesele olarak düşünülmesini zaruri kılmıştır. Bunun için İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, 1948 tarihinde İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi'ni kabul etmiştir. Otuz maddeden oluşan Beyannâmede, temel haklar ve hürriyetler yer almıştır. Türkiye, İnsan Hakları Beyannâmesi'ni 6 Nisan 1949 tarihinde kabul etmiştir.

             

              Her iki metin de insan hakları ile alâkalı olmakla birlikte, kaynakları itibariyle farklıdır. Veda Hutbesi, İlâhî kaynağa dayanmakta ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından beyan edilmektedir. İnsan Hakları Beyannâmesi ise, beşerî bir metindir.

              Veda Hutbesi'nde yer alan haklar, hem hukukî hem de dinî mahiyette haklardır. Bu haklar, İslâm hukuku açısından bir hukuk kuralı olmasının yanında, İslâm dini açısından da din kuralıdır. Dolayısıyla İslâm'a göre bir insan hakkını çiğnemek, hem bir suç, hem de günahtır. Meselâ, bir kadına işkence yapmak hem suç, hem de günah olmaktadır. Batı hukukunda ise, insan hakları ihlâlleri suç olsa da günah değildir. İslâm hukukunda insan hakları, aynı zamanda kul hakkı sayılmaktadır.

              İslâm hukukunda insan hakları, başlangıçtan beri evrensel mahiyettedir. Veda Hutbesi'nde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bütün insanları muhatap almış ve "Ey İnsanlar!" diye sözlerine başlamıştır. Pek çok âyet ve hadîs de, "Ey İnsanlar!" diye başlar ve bütün insanlığı muhatap alır. Batı'da ise insan hakları, her ülkenin kendi sınırları içerisinde ortaya çıkmış; ancak çok sonraları bütün insanları kuşatacak hâle gelmiştir.

              İslâm dünyasında ve Batı ülkelerinde insan haklarının gösterdiği gelişme seyri de, farklı olmuştur. İslâm dünyasında insan hakları daha Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde âyet ve hadîslerle tespit edilmiştir. Batı'da ise, insan haklarının bugünkü hâle gelmesi çok sancılı devirlerden geçilerek mümkün olabilmiştir.

              Veda Hutbesi ile İnsan Hakları Beyannâmesi arasındaki mühim bir fark da, insan haklarının tanınmasında görülmüştür.

              İslâm dünyasında, insan haklarının tanınmasında değil, uygulanmasında sıkıntılar yaşanmıştır. Çünkü insan hakları, İslâmiyet'in ilk devirlerinden itibaren âyet ve hadîslerle kabul edilmiş olduğu için Batı'da olduğu gibi beyannâmeler hazırlayarak yeniden kabul edilmesine gerek kalmamıştır. Ancak bu hakların uygulanmasında Batı ülkelerindeki kadar olmasa da sıkıntılar yaşanmıştır. Meselâ İslâmiyet, demokrasi kültürüne benzer şekilde hürriyetçi bir yönetim tarzı getirmiş iken Emeviler döneminde diğer dünya ülkelerine uyularak monarşik yönetime geçilmiştir. Diğer hak ve hürriyetlerde de, Batı ülkelerinin yaşadığı bunalımlar kadar olmasa da, zamanın şartları çerçevesinde sıkıntılar yaşanmıştır.

              Batı ülkelerinde ise, insan haklarının hem kabulünde hem de uygulanmasında zorluklar yaşanmıştır. Çünkü Batı'da, İslâm dünyasındaki gibi insan haklarının İlâhî dayanakları yoktur. Temel haklarını bile tırnakları ile kazıyarak parça parça elde etmişlerdir. Batılıların bugünkü insan hakları seviyesine ulaşmaları, 1215 tarihli Magna Carta'dan itibaren günümüze kadar 8 asır sürmüştür.

              İslâm dünyasında adalet kavramı öne çıkarken, Batı'da insan hakları kavramının yaygınlaşması dikkat çekicidir. Bunun sebebi ise İslâm dünyasında insan haklarının kabulünde değil, uygulanmasında zorlukların olmasıdır. Dolayısıyla İslâm ülkelerinde vatandaşlar, insan haklarını değil, zaten var olan insan haklarının adaletli şekilde uygulanmasını talep etmişlerdir. Bu sebeple İslâm âlimleri, idarecileri adaletli bir yönetime sevk etmek için Siyasetnâmeler, Nasihatnâmeler kaleme almışlardır. Batı'da ise hak ve hürriyetlerin kabulünde eksiklik olduğu için insanlar hak ve hürriyet talep etmişlerdir.

             

              İslâm dünyasında Avrupa ülkelerinin Müslüman ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak sömürge hâline getirmesiyle yeni bir dönem başlamıştır. 19. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasında da Batılı ülkelerin insan hakları anlayışı hâkim olmuştur. İslâm ülkeleri sömürge olmaktan kurtulup bağımsızlıklarını kazandıktan sonra da, insan hakları konusunda Batı'nın baskısından kurtulamamışlardır. Hâlen dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi İslâm ülkelerinde de Batı'nın insan hakları anlayışı hâkim olmaya devam etmektedir. Hâlbuki Müslüman toplumlar için Batı'nın insan hakları beyannâmelerinde savunduğu esaslardan çok daha güzel ve insan vicdanını tatmin eden hak ve hürriyetler, Asr-ı Saadet'ten bu yana hep olagelmiştir.

              Hutbe’yi okurken, incelerken “ne söylediği” kadar “ne zaman” söylendiği ve özellikle de “kimlere” hitap ettiği noktasını gözden kaçırmamak gerekir. 1.400 yıl önceki şartlar gözönüne alınmalıdır.

              Her türlü sefahatin, içkinin, kumarın, falcılığın olağan görüldüğü, faizin insanları, özellikle fakir fukarayı perişan ettiği, zinanın övünç ve övgü vesilesi yapıldığı, güçlünün zayıfı ezdiği bir zulüm çarkının döndüğü, köle edinilen insanlara havyanlara davranıldığından daha kötü muamele edildiği, kadınların ortak nikâhlar/nikâhlamalarla orta malı olduğu ya da bir mal olarak miras konusu edildiği, bu bağlamda da insanların kendilerine “miras” olarak kaldığını kabul ettiği babasının, oğlunun, şusunun busunun eşini kendisine eş olarak aldığı, kan davalarının toplumun kılcal damarlarına kadar yayıldığı, haliyle de aldatmanın, hilenin, yalanın, dolanın her türlüsünün yaşandığı, kimsenin kimseye saygısının kalmadığı bir toplum düşünün. Bu, İslâm öncesi Arabistan’ın üstünkörü bir fotoğrafıdır ve dünyanın diğer bölgeleri de bundan pek de farklı değildir. Söz gelimi Hindistan taraflarında kast sistemi, Avrupa’da feodalite, Kilisenin “kadın”lar hakkında insan olup olmadığını tartışması, vücut temizliğinin günah sayıldığı gibi olayları bu diğer bölgeleri tanıtıcı örnekler olarak saysak, sanırım diğer bölgeler hakkında da bir fikir vermiş oluruz.

İşte İslâm’a böyle bir yaşamın içinden gelmiş, böyle bir kültür içinde yetişmişken İslâm ile tanışmış ve ister başından beri isterse sonradan Müslüman olmuş yörelerden/diyarlardan gelen 124.000 kişi.

              Hutbeyi dinleyenler içinde kendi kızını elleriyle diri diri toprağa gömenler var.. Bunların içinde küçük bir kusur işleyen kölesini -geçmişte- çölün sıcağında güneşin insafına terk edenler var.. Bunların içinde, cahiliye dönemindeyken babasının ya da oğlunun eşiyle evlenenler var. Bunların içinde buyruk yeni geldiği için henüz faiz pisliğinden arınmamış olanlar var. Bunların içinde kan davasının etkisini yüreğinden atamamış olanlar var. Ve belki de az da olsa aralarında farkında olmaksızın putunu hala kalbinde taşımakta olanlar var…

“Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim. (5/Maide: 3)” haberini taşıyan ayetin indiği bir günde/sırada.. Evet, bu ayet Arafat Hutbesi’nden sonra, zamanla ilgili olarak andığımız cümlelerin yer aldığı Mina Hutbesinden önce inmiştir;

              Veda Hutbesi’nin basılmış halde ellerde ve sayfalarda, çerçevelenmiş olarak duvarlarda ve şimdiki zamanda da ekranlarda dolaşan pek çok nüshasında/sürümünde üzerinde konuştuğumuz “tarihi, zamanı” ile ilgili bölümün yer almayışı gibi, “başlangıcı” cümleleri de bulunmaz.

Bu başlangıç kısmında, Efendimiz (s) Yüce Allah’a hamt ve senadan sonra “O’na döneriz..” buyurur.

              Hutbe’den iki vurgu daha.. Birincisi, buyruklara uyanlar Cennet’e girecek.

              “İkincisi bundan daha dikkat çekici bir ölçü: Dinde aşırıya gidilmeyecek. “Çünkü” diyerek açıklama yapıyor Efendimiz (s): “Sizden önceki ümmetlerin helakine din işlerindeki aşırılıkları yol açtı…”

              İnsanlığın biri canına, diğeri malına musallat olan iki kanser olayı vardır. Kan davaları ve Faiz... Kan davalarını ortadan kaldırıcı bir ölçü olarak da sorumluluğun kişisel olduğuna vurgu yapar: “Hiçbir caninin işlediği suçun cezasını evladı çekmez ve hiçbir evladın suçundan ötürü de babası sorumlu tutulamaz..” Bu, hukukun bile çok çok sonraları kabul ettiği bir ilkedir.

Bugünkü İslam dünyası “Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boyunlarını vurmayınız…”

              İzlemeye devam ediyoruz: “Yüce Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Varis için vasiyete gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa onudur. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka soy ileri süren soysuz yahut efendisinden başkasına bağlılık gösteren nankör Allah’ın gazabına, meleklerin lanetine, Müslümanların ilencine uğrasın..” Mal güvenliği gibi ırzın/soyun korunmasına da işaret eden ifadeler.

              Evet, Efendimiz (s) “köle”den söz ediyor ve kölenin efendisinden başkasına bağlanmasının nankörlük olduğunu belirtiyor. Hem da gazabı, laneti ve ilenci gerektiren bir nankörlük.. Ancak hemen belirtelim ki, Hutbe’de köleliğe ilişkin tek vurgu bu değildir.

Nitekim, “Kölelerinize gelince..” diye bir başlık açar Efendimiz (s)... Ve deyim ne kadar yerinde olur bilmem ama, “Köle Haklarını” sıralamağa başlar. Bu adlandırmaya şaşırmayınız. Kölenin neredeyse hayvandan daha hor görüldüğü bir ortamda işte esamisi okunuyor ve kendisine ilişkin buyruklar dile getiriliyor. Buna “köle hakları” denmez de, ne denilir?

Evet, köle haklarını sıralamağa başlar: “Kölelerinize yediğinizden yedirmeğe, giydiğinizden giydirmeğe özen gösteriniz. Bir hata yaparlarsa, hoş görün; onlara asla eziyet etmeyin. Çünkü onlar da Allah’ın kuludur…”

              Yasal olarak bu böyle görünmekle birlikte şimdiki durum ne acaba; kölelik gerçekten kalkmış mı? Ya da varsa eğer fiili kölelerin durumu ne? Bu sorunun yanıtını Efendimiz âleyhissalatvesselamın kölelere ilişkin buyruğunu hatırlatarak sizlere bırakacağım: “Onlara yediğinizden yedirmeğe, giydiğinizden giydirmeğe özen gösterin. Hatalarını hoş görün, eziyet etmeyin!”

              Ey işverenler, ey işçiler, ey onları izleyenler ve gözleyenler, gözetleyenler..

                           Kölelik ile ilgili buyruk, anımsanırsa “Onlar da Allah’ın kuludur.” sözleriyle biter. Efendimiz bu vurgunun ardından “Sözümü iyi dinleyiniz, iyi anlayınız, iyi koruyunuz” uyarısının ardından insanlık için, bütün zamanların ve bütün mekânların en insanî, siz buna isterseniz en evrensel gibi bir tanımlama yapın, evet en insanî, belki de bütün insanlık halleri ve tutumları için temel niteliğindeki en insanı bir ilkeyi dile getirir:

              “Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Âdem’densiniz. Âdem de topraktandır. Arap’ın Acem’e, Acem’in Arap’a üstünlüğü yoktur. Onur ve üstünlük ancak erdemle/takvayla elde edilir.”

              Efendimiz (s) “Kadınların haklarını gözetiniz..” buyuruyor. Onlara sevgi ve şefkat ile muamele etmemizi istiyor. Kadınların Yüce Allah’ın emaneti olduğunu belirterek, her türlü ihtiyaçlarının karşılanması gereğini vurguluyor. “Onlar hakkında Allah’tan korkunuz..” uyarısında bulunuyor.

              Neymiş demek ki, erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları varmış, bu arada da kadın dövülmezmiş, onlar hakkında Allah’tan korkmak gerekirmiş, sevgi ve şefkat ile taşınır, her ihtiyaçları giderilirmiş. Ancak, yuvayı bir başkasına çiğnetirlerse ya da böyle bir durumdan kaygı duyuluyorsa, onlar dışlanabilir, Türkçesiyle def edilebilirlermiş.

 

              “Size bir emanet bırakıyorum ki, siz ona sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allahın kitabı Kur’an’dır…”

              Bu cümlenin farklı sürümleri vardır. Her ikisi de “emanet”i birden ikiye çıkaran iki farklı sürüm daha.

Birinde, “emanet” olarak Kur’an-ı Kerim ile birlikte “Ehl-i Beyt” zikredilir. Diğerinde ise, “Sünnet”..

 

              Nübüvvet sona ermiştir (33/Ahzab: 40). Yeni bir Nebi gelmeyecektir. Peki; nebi gelmeyeceğine göre, insanlar olarak biz geliştikçe (7/Araf: 69) bu gelişme çizgimize uygun gerçekleri nasıl öğreneceğiz? Kur’an-ı Kerim’in Kıyamete kadar kalıcı olan hükümlerinden zamanın akmasına ve değişmesine karşın nasıl yararlanabileceğiz?

              Efendimiz (s) Hutbe sırasında şunu söyler: “Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse burada bulunup da işitenden daha iyi anlar..”

RASULULLAH (S.A.V.)’in VEDA HUTBESİ


Bismillahirrahmanirrahim
“Ey insanlar!
“Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
“İnsanlar!
“Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.
“Ashabım!”Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O’da sizi yaptı olayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.
“Ashabım!
“Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir. Lakin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.
“Ashabım!”
“Dikkat ediniz, Cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib’in torunu Iyas bin Rabia’nın kan davasıdır.
“Ey insanlar!
“Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.
“Ey insanlar!
“Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınızı; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onların yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
“Ey mü’minler!
“Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur-ân-ı Kerim ve Peygamberin (s.a.v.) sünnetidir.
“Mü’minler!
“Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslümana kardeşinin kanı da, mali da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
“Ey insanlar!
“Cenab-ı Hakk her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.
Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Cenab-ı Hakk, bu gibi insanların ne tövbelerini, ne de adalet ve şehadetlerini kabul eder.
“Ey insanlar!
“Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahin
da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.
“Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz.
“Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.
“Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

·                     Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

·                     Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.

·                     Zina etmeyeceksiniz.

·                     Hırsızlık yapmayacaksınız.

“İnsanlar Lâilahe illallah deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah’a aittir.

“İnsanlar!
“Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?”
Saheb-i Kiram birden şöyle dediler:
“Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatta bulundunuz, diye şahadet ederiz!”
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu:
“Şahid ol, yâ Rab! Şahid ol, yâ Rab! Şahid ol, yâ Rab!”

Diyerek sözlerini ve sunumunu tamamlayan Mehmet Hanifi TUNCER dinleyicilerden gelen çok sayıda soruyu da cevaplandırdı.

 

Eğitim Bir Sen Hatay 1 Nolu Şubesi

Basın ve İletişim