Eğitim-Bir-Sen Genel Başkan Vekili Latif Selvi, Eğitim Yöneticileri ve Uzmanları Derneği ve TOBB ETÜ iş birliği ile düzenlenen Uluslararası Eğitim Yönetimi Forumu’na katıldı. Forum kapsamında gerçekleştirilen “Güncel Eğitim Politikalarına Sendikal Bakış” panelinde bir konuşma yapan Latif Selvi, her ülkenin, her toplumun eğitimi önemsediğini ifade ederek, hiçbir ülkenin insan kaynaklarını israf etme lüksüne sahip olmadığını söyledi.
“Eğitim sistemi mutlaka kendi içinde bir yenileşmeyi gerçekleştirmelidir ki, hedefine ulaşabilsin” diyen Selvi, “Bu anlamda, hem üniversite hem de millî eğitimdeki mevcut durumu ve bu çerçevede de bazı konuları değerlendirmek istiyorum. Üniversitelerimizi, gelişimi itibarıyla değerlendirirsek, 1983’te 333 bin öğrenci eğitim-öğretim görürken, 2016 itibarıyla bu sayı 7 milyon 200 bine ulaşmıştır. Son yıllarda okullaşma açısından önemli adımlar atıldığını görüyoruz” dedi.
7 milyon öğrenciye ulaştıklarını, bunun bazı negatif taraflarının olduğunu kaydeden Selvi, “Bunu konuşmak durumundayız. Yükseköğretimin yaklaşık yüzde 50’sini açık öğretim oluşturmaktadır. Açık öğretim, bir öğretim modeli olarak değil, ihtiyaca binaen ilave model olarak değerlendirilmelidir. Öğrencilerimizi açık öğretime mahkûm etmek yerine örgün eğitimden ders verebileceğimiz bir çerçeveyi oluşturmamız gerekiyor. Her alanda üzerinde konuşulabilecek şeyler var. Cinsiyet farkı gözetmeksizin, okullaşma ilkokulda ve ortaokulda yüzde yüz seviyelerine gelmiştir ki, bu oran uluslararası standartlardır” şeklinde konuştu.
Herkesi sorumlu tutuyoruz ancak imkânları eşit sunamıyoruz
Eğitim bölgelerine göre oluşan farklılıklara da değinen Selvi, “Bölgelere göre farklılıklar yaşanıyor. Ülke genelinde herkesi aynı oranda sorumlu tutuyoruz ancak imkânları eşit sunamıyoruz. Gelişim seviyesi düşük illerimizde eğitim başarısı da sorunludur. Gelişmiş şehirlerimizde ise başarı oranı daha yüksektir. Bugün liselerimizin dörtte birini açık öğretim liseleri oluşturmaktadır. Bu durum, nitelikli bir eğitim için ciddi bir handikaptır. 12. sınıflardan temel liseler ve açık öğretime ciddi bir kayıt söz konusudur” ifadelerini kullandı.
Türkiye’de bulunan tüm genel liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesinin ortaya çıkardığı olumsuzluklara dikkati çeken Selvi, şunları kaydetti:
“2012’den sonra PISA’da çakılma var. 9. sınıflardaki bu travmayı gidermek için Yükseköğretim Kurulu sınavda temel matematik ve Türkçe derslerini ön plana çıkarmaktadır. Bir şeyi yaparken bir başka şeyi yıkmamak gerekiyor. Şu anda gördüğümüz mevcut sınav sistemi ortaöğretimdeki bütünlüğü bozmaktadır ve bütün ortaöğretimi neredeyse bir dershaneye dönüştürmektedir. Liselere giriş sınavında bazı sorunlar vardır. Bütün okullar homojen hale getiriliyor ve aynı okul türü, aynı öğretmen grubu, aynı müfredat olmasına rağmen aynı başarı elde edilemiyor. Sınav sisteminde bir kısım öğrenciler sistemden yerleşemediği için tercihe bağlı olarak açık liseye gidiyor, bir kısmı çok uzak yerlere yerleşiyor ve ikametiyle okulu arasında ciddi problemleri var, bir kısmı da istediği okullara yerleşiyor. Geçen yıl yerleşen çocukların yüzde 50’si nakil talebinde bulunuyor. Bu, öğrencilerin mutlu olmadıklarını gösteriyor. Bunun için de sınav sisteminde mutlaka bir yeniliğe ihtiyaç vardır. Sınav ya kaldırılmalı ya da daraltılmalıdır. Biz daraltılması kanaatindeyiz. Geçmişte uygulandığı gibi geriye kalanlar e-kayıt sistemiyle heterojen olarak yerleştirilmelidir.”
Öğretmenlerin ders yükünü artırarak eğitimi geliştiremeyiz
Türkiye’de eğitim sisteminde kaydedilen birtakım olumlu gelişmelerin yanında hâlâ önemli eksikliklerin olduğunu dile getiren Selvi, sözlerini şöyle tamamladı:
“Sınıflarımız eskiden çok kalabalıktı. Şimdi okullarımızda OECD standartlarında eğitim verecek noktaya geldik. OECD standartları 21-24 çocuk arasındayken, bizde durum şu an 25’ler civarında. Bu, gelişme kaydettiğimizi gösteriyor. Geçmiş yıllarda yaklaşık olarak yüzde 2,1’i civarında eğitime pay ayrılırken, bu oran şu anda 3,5’ler civarındadır. Gelişmiş ülkeler bazında bu oran bizim yaklaşık iki katımızdır. Bu durum bizim çok aşağılarda olduğumuzu gösteriyor. OECD standartlarında öğretmen maaşları ortalama yüzde dört oranında artırılıyor. Bizde bu oran yüzde 12’ler seviyesinde. Ancak bu bizim yüksek maaş aldığımız anlamına gelmiyor. OECD standartları baz alındığında biz yine gelişmiş ülkelerin altında bir maaşla çalışıyoruz. Özetle, eğitim politikalarında başarılı olmak istiyorsak, eş güdümlü hareket etmeli, katılımcılığı artırmalı, paydaşlardan alınan katkılarla daha ideal olanı eğitim sistemimize kazandırmalıyız.”