Haber
2018-02-22 12:31:05
AB'den engelleyici ve ötekileştirici tavır yerine, kapsayıcı bir tutum bekliyoruz

 

Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, Avrupa Birliği (AB) ülkelerindeki sendikaların ve AB coğrafyasındaki uluslararası sendikal üst kuruluşların, Türkiye’de kamu görevlileri sendikacılığı alanında katedilen mesafenin daha da ileriye taşınması için sürece destek vermesinin asli sorumlulukları olduğunu ifade ederek, “Bunu yaparken, sendikal örgütlenme ve örgütlere üye olma noktasında engelleyici ve ötekileştirici tavır yerine kapsayıcı bir tutum bekliyoruz. Dünyada sermayenin ve kamu işverenlerinin farklı isimler altında ortak platformlar ürettiği bir dönemde, uluslararası düzeydeki emek örgütlerinin, ideolojik ya da siyasi gerekçelerle emek örgütleri arasında ayırımcılık yapmasını da sendikal ayırımcılık yasağının bizzat sendikal örgütler tarafından ihlal edilmesi olarak görüyoruz” dedi.

 

Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi,  37. toplantısını Adana’da yaptı. Ali Yalçın, toplantının “Sosyal Konular ve İstihdam” başlıklı oturumunun “Kamu Sektöründe Sendikal Haklar” başlıklı bölümünde, “Türkiye’de Kamu Sektöründe Sendikal Haklar ve Sendikacılık” konulu bir sunum gerçekleştirdi. Sendikal hayatın tarihteki iz düşümlerini ele alarak, sendikal başarıların önemine dikkat çeken Yalçın, eksikliği hissedilen konuların da bir an önce gündeme getirilerek, çözüme kavuşturulması gerektiğini söyledi.

1995’teki anayasa değişikliği sendikal varoluş mücadelesinin bir sonucudur

 

Sendikal tarihin iz düşümlerine değinen Yalçın, “Sendikaların var olma hikâyesi, özel sektör ve işçi merkezli bir süreçtir. Bunun doğal sonucu olarak, kamu sektöründe sendikal mücadelenin başlaması, sendikal hakların kazanılması ve nihayet emek örgütlerinin ‘taraf’ sıfatıyla kamu işvereniyle eşitler arası ilişkiyi kurması çok eski bir tarihe dayanmıyor.  Durum Türkiye için de farklı değil. 1961 Anayasası’yla başlayan kamu görevlileri sendikacılığı tarihi, 1971 muhtırasıyla uzun süreli yasaklanma dönemine giriyor. 1995 yılına kadar, anayasal teminat içeren bir hükme dayalı olarak kamu görevlileri sendikacılığı zemininin oluşmasına ne yazık ki izin verilmiyor. Bununla birlikte sivil itaatsizlik odaklı fiili durumlar üzerinden sendikalar kuruluyor ve faaliyetler gerçekleştiriliyor. 1995’te yapılan anayasa değişikliğini bu yönüyle sendikal varoluş mücadelesinin bir sonucu olarak da görmek gerekir. Bu noktada, 1992 yılında kurulan Eğitimciler Birliği Sendikası da, kamu görevlileri sendikacılığının Türkiye’de yeniden yola çıkmasında öncü bir rol üstlenmiştir. 1995 yılında gerçekleşen anayasa değişikliğiyle kamu görevlileri sendikacılığının anayasal teminatı oluştu. Fakat uygulamaya yön verecek olan 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu 6 yıl sonra yürürlüğe girebildi. Kamu görevlileri sendikacılığı, siyasi iradenin ve kamu yönetiminin isteksiz tutumunun sonucu olarak ağır aksak bir yeniden doğuş süreci yaşadı” şeklinde konuştu.

Toplu görüşme düzeneğinin toplu sözleşme sistemine dönüşmesi önemli bir başarıdır

 

Sendikaların hızlı örgütlenme ve sıkı üye edinme çalışmalarıyla kamu görevlileri sendikacılığının kısa zamanda kendi dinamiklerini oluşturacak bir güce kavuşmasını sağladığını kaydeden Yalçın, bunun bir sonucu olarak, “Kamu görevlileri sendikası kurulabilir fakat sendikacılık yapılamaz” şeklindeki negatif devlet yaklaşımının ömrünün uzun sürmediğini dile getirdi.

 

“Bugün gelinen noktayı başlangıca dair yaptığım bu özet çerçeve üzerinden değerlendirmek gerekiyor” diyen Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü: “Şüphesiz, bugün ulaşılan noktada Avrupa Birliği müktesebatının ve kurulan güçlü ilişkilerin önemli katkısı vardır. Bir başka ifadeyle, kamu görevlileri sendikacılığının gelişiminde iç aktör olarak sendikalar ve kamu görevlileri, dış aktör olarak ise AB’nin ve üyelik müzakereleri sürecinin yüksek katkısını ifade etmek gerekir. Diğer taraftan, 2 binli yılların ilk çeyreğinde ortaya çıkan yeni siyasi tablo da, bürokratik kurumların olumsuz bakışını bertaraf etmede önemli bir etken olmuştur. 4688 sayılı Kanun, ilk halindeki toplu görüşme düzeneğinin toplu sözleşme sistemine ve etkili pazarlık düzenine dönüşmesi, kamu görevlileri sendikacılığı açısından önemli bir başarıdır. Sendika kurma ve sendikalara katılma konusundaki yasakların, sınırlamaların yargı kararlarıyla, idari tasarruflarla, yasal düzenlemelerle azaltılması da ‘örgütlenme hakkı’na tahammül ve ‘örgütlü sivil toplumun tekemmülü’ noktasında oluşan ortak aklın ürünüdür. Toplu sözleşme hakkı kapsamındaki yasal sınırlamaların ve kamu işvereninin yok sayma yaklaşımının süreç içerisinde izale edilmesi, ulaşılan noktaya dair önemli bir veridir. Türkiye’de kamu görevlilerinin sendikal haklar ve sendikacılıkta katettiği mesafeyi tespit ederken, AB üyesi ülkeler üzerinden bir değerlendirme yapmak çok adil olmaz. Bu bağlamda alınan mesafeyi 2000 yılı öncesi ve sonrası olmak üzere iki ayrı dönemin mukayesesi üzerinden belirlemek daha uygun olacaktır. Diğer taraftan, azımsanmayacak sayıdaki AB ülkesinde kamu görevlilerine yönelik toplu sözleşme pratiğinin birçok yönüyle Türkiye’nin gerisinde olduğunu söylemek de mümkündür. Ayrıca, Türkiye’deki kamu görevlileri sendikalarının ortaya koyduğu performans ve ürettiği kazanım, AB coğrafyasında faaliyet gösteren birçok sendikadan aşağı değildir.”

Kamu sendikacılığına ilişkin bazı önemli veriler

 

Türkiye’de kamu görevlileri sendikacılığının, 2001 yılı baz alındığında, 10 yıl gibi kısa bir sürede toplu pazarlık hakkını anayasal teminat altına aldırdığını belirten Yalçın, “17 yılda yüzde 71 sendikalaşma oranına ulaşılmıştır. Kamu görevlileri ve sendikaları, hem Türkiye’deki işçi sendikacılığının hem de AB ülkelerindeki sendikaların çok daha üzerinde bir sendikalaşma bilinç ve kararlılığını ortaya koymuştur. Durum iyi ama eksiklerimiz tabi ki var. Kamuda üçlü dayanışma kolay değil, bütün bu verileri ifade ederken, kesinlikle, Türkiye’de kamu görevlileri sendikacılığında hiç bir sorun kalmadığı, evrensel normlar yönüyle uyumsuz konuların olmadığını söylemek istemiyorum. Şüphesiz, olması gereken çıtanın altında olduğumuz durumlar, henüz elde edemediğimiz sendikal haklar, eşitler arası pazarlık ilkesinin tam olarak hayata geçmesini engelleyen bariyerler hâlâ mevcut. Kamu görevlileri sendikacılığında, işveren sıfatının yürütmeye ait olmasının doğal sonucu olarak ‘üçlü danışma’ sisteminin oluşturulması kolay değil. Toplu pazarlık sürecine, toplu pazarlıkla ilgili yasal düzenlemelere, toplu pazarlık sürecinde kamu işvereninin siyasi ve bürokratik kanadının bakış açısına yönelik değişimlere ihtiyaç var. Sendikal haklar üçlüsünün örgütlenme ayağına ilişkin sınırlama ve yasaklardan kurtulması gerekiyor. Bu bağlamda emeklilerin de artık sendika kurma hakkından, sendikalara katılma imkânından yararlanacağı bir sistem üretilmelidir” ifadelerini kullandı.

Kamu platformları daha iyi işlemeli

 

Sendikaların katılımcı olduğu kamu platformlarının sayısının artması, bu tür platformlardaki konumlarının güçlendirilmesi ve daha nitelikli ve verimli çalışmaların yapılması gerektiğini söyleyen Yalçın, Ekonomik ve Sosyal Konsey’in yetkili emek örgütlerinin katılımını sağlayacak bir içerikle toplanmasının ve faaliyete geçirilmesinin beklentiler arasında yer aldığını vurguladı.

 

Ali Yalçın, toplu sözleşme masası dışında kamu işvereniyle bir araya geldikleri Kamu Personeli Danışma Kurulu’nun anlamlı sonuçlar üretmesini ve gelecek dönemin gündem konularının istişaresinde atılan adımları önemli ve değerli bulduklarının altını çizerek, “Fakat toplu sözleşmenin kapsamının genişletilmesi konusundaki beklentimizi tam anlamıyla karşılayacak bir değişimin gerçekleştiğini söylemek henüz mümkün değil. Kamu görevlilerinin hayatlarına, konumlarına, sıfatlarına, gelir ve giderlerine, sosyal statüsüne, toplumsal saygınlığına tekabül eden bütün konuların toplu pazarlığın gündemi olabileceği kanaatinin ortak karar olması gerekiyor. Bununla birlikte, sendikalar arası rekabetin, ötekileştirme içermeyen yarışmanın da olması sendikacılığın doğasında var. Bunun doğal sonucu olarak rekabette önde olanın, örgütlenme noktasında ter akıtanın, barışçıl yarışı kazananın yetkili olarak pazarlık masasına oturduğu bir düzen, evrensel normların da gereğidir” dedi.

 

Kamu görevlilerinin, temsil yetkisi vermediği örgütlerin, kanun hükmüyle toplu sözleşme masasında söz hakkına sahip olmasının, örgütlenme hakkına bir müdahale olmanın yanında ‘tarafların eşitliği’ ilkesine de açıkça aykırı olduğunu vurgulayan Yalçın, işçi sendikacılığında, toplu sözleşmeden yararlanmak için, diğer sendika üyelerine dayanışma aidatı ödemesi şartı getirilirken, bunun kamu görevlilerinden esirgenmesinin eşitsizlik olduğunu dile getirdi.

 

4688’de yer alan ‘masadan kalkma, görüşmeden çekilme hâlinde ikinci sıradaki konfederasyon ya da sendikanın yetkili kılınması’ hükmüne işaret eden Yalçın, şöyle konuştu: “Bu hüküm, yetkili emek örgütünün toplu sözleşme masasında, kamu işverenini uzlaşmaya zorlamak için kullanabileceği ‘görüşmeye katılmama, görüşmelerden çekilme’ gibi imkânlarını elinden almaktadır. Bu hüküm, sahada verilen örgütlenme emeğini, kamu görevlilerinin yetkili emek örgütünü belirleme iradesini yasa eliyle değersizleştirmektedir. Toplu sözleşme öncesinde emek tarafı, tekliflerini sunma yükümlülüğüne tabi tutulurken, kamu işveren tarafına böyle bir yükümlülük getirilmemesi de taraflar arası eşitliği ve pazarlık masasının dengesini bozmaktadır. Uyuşmazlık hâlinde başvurulan Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun yapısındaki kamu hâkimiyeti eşitlik temelinde bir iyileştirmeye ihtiyaç duymaktadır. Diğer taraftan, tahkime başvuru ve tahkimin karara bağlama sürelerinin kısa tutulması da diyalog ve uzlaşma açısından handikaptır.”

Grev hakkı

 

Grev hakkına da değinen Yalçın, kamu alanındaki sendikal haklar ve uygulamaların en önemli sorunlarından birinin sendikal haklar üçlüsünün eylemlilik alanını oluşturan grev hakkı olduğunu kaydederek, “Bazı yargı kararlarıyla, sendikaların grev hakkına benzer bir direnme iradesine sahip olması gerektiği noktasında fikri bir zemin oluştu. Bu zeminde, kamu görevlilerinin grev hakkına yönelik kapsamlı bir diyalog sürecinin daha fazla geç kalınmadan başlatılması gerekmektedir. Toplu pazarlık hakkının etkili kullanımında önemli bir imkân olan grev hakkına ilişkin olarak, sendikal tarafların paydaşlığında bütün parametrelerin dikkate alındığı, AB ve dünya örneklerinin birlikte değerlendirildiği bir çalışmanın yapılması grev hakkı meselesini sağlıklı bir çözüme ulaştıracaktır” diye konuştu.

AB tarafı süreci desteklemeli

 

Türkiye’de kamu görevlileri sendikacılığı alanında katedilen mesafenin daha da ileriye taşınması ve olması gereken noktaya daha hızlı ulaşması için AB tarafının da farklı özneler aracılığıyla süreci desteklemesi gerektiğini ifade eden Yalçın, sözlerini şöyle tamamladı: “AB ülkelerindeki sendikaların ve AB coğrafyasındaki uluslararası sendikal üst kuruluşların bu sürece destek vermesi asli sorumluluktur. Bunu yaparken, sendikal örgütlenme ve örgütlere üye olma noktasında engelleyici ve ötekileştirici tavır yerine kapsayıcı ve içselleştirici bir tutum bekliyoruz. Dünyada sermayenin ve kamu işverenlerinin farklı isimler altında ortak platformlar ürettiği bir dönemde, uluslararası düzeydeki emek örgütlerinin, ideolojik ya da siyasi gerekçelerle emek örgütleri arasında ayırımcılık yapmasını da sendikal ayırımcılık yasağının bizzat sendikal örgütler tarafından ihlal edilmesi olarak gördüğümüzü bu vesileyle dile getirmekte yarar görüyorum.”

MEMUR-SEN
KONFEDERASYONU
EĞİTİMCİLER BİRLİĞİ
SENDİKASI
Zübeyde Hanım Mahallesi Sebze Bahçeleri Caddesi No:86
Altındağ - Ankara / TÜRKİYE
Tel : 0.312 231 23 06 Faks : 0.312 230 65 28
ebs@ebs.org.tr
Copyright © Eğitim Bir Sen